TÜRKİYE'DE FAİZ POLİTİKALARI VE KUR’ANÎ BİR DEĞERLENDİRME
Türkiye'de faiz politikaları ekonominin rasyonel
kuralları çerçevesinde işletilmiyor. Bu politikalar, genellikle kasten düşük
tutularak, rant oluşturmak ve onu belirli çevrelere aktarmak amacıyla bir araç
olarak kullanılıyor. Ancak bu durum, İslâm’ın
geleneksel faiz anlayışını sorgulamak için bir gerekçe olamaz.
Faize Kur'anî Bakış
Kur’anî
perspektife göre faiz (riba), hangi şartta uygulanırsa uygulansın, neticede
eşitsiz paylaşıma neden olan bir gelir bölüşüm mekanizmasıdır. Bu
nedenle kesin biçimde kınanmış ve ondan kaçınılması emredilmiştir. Bakara
Suresi 279. ayette Rabbimiz (ayetin muhalif manasıyla) şöyle buyurur:
“Eğer faizden vazgeçmezseniz ya haksızlık eder
ya da haksızlığa uğrarsınız.”
Bu ayet, faizli ödünç işleminin doğası gereği
kaçınılmaz bir adaletsizlik
doğurduğunu açıkça belirtmektedir. Zira bir borç işleminde gelecekteki kazanç
kesin olarak bilinemezken, faizin oranı en başta sabitlenir. Bu durumda:
·
Getirinin, faiz oranının
altında kaldığı her durumda borç alan
haksızlığa uğrar.
·
Getirinin, faiz oranının
üstünde olduğu her durumda ise borç veren
emsaline göre eksik kazanç elde ettiği için mağdur olur.
Yani kötü piyasa koşullarında yüksek faiz borçluyu ezerken, olumlu piyasa
koşullarında düşük faiz borç vereni
zarara uğratır. Getiri belirsiz olduğu için bu ikisinin dengeye
oturtulması imkânsızdır. O hâlde, oranı ne olursa olsun – %1 veya %1000,
pozitif ya da negatif – her faiz oranı potansiyel olarak eşitsiz bir gelir dağılımına yol açar.
Bu noktada, faiz oranının piyasaya göre düşük
veya yüksek olması, onun adil olup
olmadığını belirlemez. Örneğin, %100 faiz görünürde yüksektir. Ama
eğer yatırılan paranın getirisi %200 olursa bu oran adil olabilir. Tam tersi
olarak %1 oranındaki faiz cazip görünebilir, ama yatırım getirisi çok daha
yüksekse bu defa da sermaye sahibi
hakkını alamamış olur, bu da bir adaletsizliktir.
İşte bu yüzden Kur’an, faizin adaletle bağdaşmadığını ifade eder. Zira
gelir adaleti esas ise, faiz prensibi buna aykırıdır.
Faiz Oranı ve Ticarî İşlemler
Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli
bir ayrım vardır: Faiz oranı her zaman haram
faiz anlamına gelmez. Modern ekonomide faiz oranı genellikle sermaye araçlarının ortalama verimliliğini
yansıtır. Bu oran, İslâmî ilkeler doğrultusunda, parasal borç ilişkisine değil de mal ticaretine ve sermaye
yatırımlarına dayalı işlemlere uygulanırsa, İslâmî açıdan sakınca
doğurmaz.
Örneğin, katılım bankacılığında uygulanan murabaha yöntemi, bu ayrımı çok net
ortaya koyar. Bir iş adamı, bir makine satın almak istiyorsa, banka o makineyi
önce kendisi satın alır, ardından müşteriye belirli bir vade farkıyla satar. Bu vade farkı piyasa
faiz oranına göre bile belirlenmiş olsa sakınca olmaz. Çünkü işlemin kendisi faizli değildir. Bu, açık bir mal ticaretidir. Ticaret
görünümlü faizli işlem değildir. Faizi gölgelemek hiç
değildir. Zira Kur’an’da açıkça şöyle buyrulmuştur:
“Allah
alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.” (Bakara 275)
Faiz Görünümlü Ticaret
Bu noktada önemli bir husus daha vardır: Eğer
aynı işlemi geleneksel bir banka yapar
ve kredi tutarını doğrudan nakit olarak değil de satıcıya ödeme yaparak verir, ardından da cari faiz
oranına göre taksitlendirme yaparsa, bu da bir mal alım satımıdır. İşlemi gerçekleştiren kurumun adı ne
olursa olsun – katılım bankası veya konvansiyonel banka – eğer parasal kredi yerine mal finansmanı söz
konusuysa, bu İslâmi anlamda faizli işlem
sayılmaz.
Buradaki esas fark şudur: Faizli ödünç işlemlerinde sermaye sahibi, sonuç
ne olursa olsun, vade sonunda sabit bir faiz getirisi alır. İslâmi
murabaha modelinde ise, örneğin bir katılım bankası, elde ettiği fonları
değerlendiremeyip zarar ederse, fon
sahiplerine kâr payı vermek zorunda değildir. Bu mekanizma hem adaleti sağlar hem de banka iflaslarını önleyen bir tampon görevi
görür.
Aynı şekilde kiralamaya konu olan malların kira bedelinin de faiz oranları
ölçü alınarak hesaplanmasında sakınca yoktur. Çünkü burada faiz oranı
kira adıyla dayanıklı malın kullanım
bedelini temsil eder.
ÖZETLE,
Bugünkü Türkiye’de uygulanan faiz politikaları, İslâm’ın
geleneksel faiz anlayışını sorgulatacak türden değildir. Sorun,
İslâm’ın faize dair getirdiği ilkelerden değil, bu politikaların arz ve talep
dengesi gözetilmeksizin, keyfî ve
adaletsiz biçimde uygulanmasından kaynaklanmaktadır.
Murabaha
yöntemi, doğrudan reel sektöre etki ettiği ve gerçek bir ticareti temsil ettiği
için konvansiyonel kredi işlemlerinden ayrışır. Eğer bir kredi işlemi,
reel sektöre yöneltilmişse ve doğrudan bir malla ilişkilendirilmiş, o mal
üzerinden bir sonuca bağlanmışsa; bu
işleme faiz denilse bile, İslâmî anlamda faiz olmaz. Çünkü ekonomik
sonucu değişmez. Banka kredilerinin böyle somut projelere endekslenmesi faizin
olumsuz etkilerini azaltır.
Sonuç
olarak, şekil şartlarına uygunluk, yalnızca fıkhî usul açısından gereklidir. Ekonomik sonucu
belirleyen unsur, işlemin ticarî
nitelikte olup olmadığıdır. Ticaret meşrudur; faiz ise, adalet ilkesine aykırı olduğu için Kur’an tarafından
yasaklanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder